Elbette hayır dostlarım.
Bu doğrudan mümkün değildir artık dolaylı olarak da imkansız. Sanırım günümüzde medya dışında toplumu direkt etkileyen bir başka şey de kalmadı. Bir öğretmen olarak bazen çıkmazlar kafamı karıştırıyor ve bu yazıyı da kendime yüklenmemek için yazıyorum. Bazı gerçekleri yazarak görüp üzülmemek, ne bileyim gerçeği kabul etmenin faydalarından yararlanmak için.
Çok severek yaptığım bu meslek minik bir hüküm sürme, saygı görme ve anında dönüt alma için çok elverişli. Yani bir insan başbakan olamaz, diktatör olamaz ama onların küçük versiyonu olmak isterse öğretmen olabilir. Küçük bir sahnedir sınıf ve hüküm sizindir. Yonttukça yontabilir, geçici bir süreliğine de olsa eğip bükebilirsiniz. Adil olmasanız da yargı sizin peşinize takılamaz. Aslında devlet sizsinizdir.
Bütün bu yazdıklarım zaten bir toplumu inşa etmekten çok uzakta olan bir duruş, bunu kabul etmekte fayda var. Yani sorgulanamaz olmayı reddetmek, adil olmaya çalışmak ve gerçekten bir eğitimci gibi davranmak isterseniz işler değişir. Böyle olmak cidden zordur. Sadece ders anlatan, soru soran, ceza ya da ödül veren birinden çıkıp anlayan, anlayışlı olan birine dönüşmek yıpratıcıdır ve fazla iş yükü demektir. Üstelik biraz anlaşılmazdır da. Karşınızdakilere bunu anlatmak ve bu düzenin işlemesini sağlamak da kolay iş değil. Ki karşınızdakiler sadece çocuklar olsa amenna bunun yanında idare, veli ve diğer meslektaşlarınız da var. Ve sanırım en zor kısmı yetişkinlerden oluşan bölüme ne yaptığınızı anlatmaya çalışmak. Onay beklemeyi unutun. Onay asla olmayacak. Anlatmak onay için değil, sizi biraz rahat bırakmaları için olacak.
Bir çocuğu birey olarak görmek, inanın insan egonuzu zedeleyen bir şey. Çünkü çocuk hala birer çocuktur ve sınırları çoğu zaman çizemez. Ben bir otorite değilim eleştirin dersiniz ve bir sınıra gelip dayanır bu eleştiri. Burada durmak gerekli dediğiniz zaman oranın bir sınır olduğunu keşfetmeleri uzun zaman alır. Ben bir otorite değilim ve siz de öyle değilsiniz dersiniz. Bunu anlamaları öyle zordur ki. O zaman çatışmalar başlar. Kendilerini otorite olarak görmek için yetiştirilmiş bu çocuklar bu aşağılık bir şey gibi görürler. Bir öğretmeni eleştirmek nasıl egolarını okşarsa kendilerinin yaşıtları tarafından eleştirilmesi öyle egolarına zor gelir. Öğretmenin eleştirmesi ise biraz daha makuldür. Onun gizli bir otorite olduğu fikri hala akıldan çıkmamıştır.
Oysa gizli bir otorite olarak görülmek de işinizi kolaylaştıran bir şeydir. Kılavuz olmanızı kolaylaştırır. Kılavuz olmak da ne bileyim yorucudur işte. Her an her dakka yanlarında olamadığınız için yorucudur. Sizin bir şekilde hazır ettiğinizi sandığınız o çocuklar sizin olmadığınız bir zaman diliminde bu teneffüs ya da ev olabilir fark etmez ilk hallerine dönüverirler. Bir konuşma ve bir düzeltme telaşıyla hop hadi baştan.
Belli bir süre uzun nutuklar, kırgın sözler, anlamlı bakış atmalar işe yarar. Çünkü dramatiktir ve bu tiyatral dokunuşları severiz. Bu öğretilmiştir kısaca kanımızda vardır. Çocuklar da bizim küçük yansımalarımız olduğu için bizim gibidir işte. Ama uzun sürede bu dramatik duruş da fayda etmez olur. Zaten etkileri de kısa sürelidir. Sürekli her gün bu dokunuşlarınızı tekrar etmeniz gerekir. Bu sabır işidir. Sabır ise ne büyük bir erdemdir ki tükenebilir.
Bir kumaşın yamanması, büzüşmüş kısımların süslenmesi gerekir. Her gün her gün gerçek manada keskin bakışlar atıp bu tür emareleri ararsınız. Mesleki deformasyon bu şekilde başlıyor. Her şeyi bu şekilde görmeye ve amansızca mücadele etmeye başlıyorsunuz. Oysa değiştiremeyeceğimiz kısımların varlığı ve çokluğu her daim başköşede durmalı. Bunu unutmak insanı her gün başarısız olduğuna inandırır. Mesleğe bu şekilde yaklaşmak mesleğe olan inancı yok eder.
Bozuk olan her şeyden temiz bir parça kurtarmak toplumun geneline faydalı mıdır? Sanmıyorum etkisi küçük bir dokunuş sadece. Ama asıl amaç bir birey yaratabilmekse bu anlamda değerlidir. Bir bireyin varlığı içinse birçok faktör devreye girer. Olması gereken de budur. Her taraftan bir aşındırma ile şekil alırız. Şekiller birbirine bazen benzer bazense bambaşkadır. Her şekli ve her faktörü göz önünde bulundurmak yorucu ve gereksiz. Peki biz ne işe yararız? Her gün her gün yeniden bir şeyler için niçin ayağa kalkarız? Biz de sırası gelince unutulacak aşındırıcılardan birimiyiz? Rüzgar ya da yağmur gibi, bir yıpratıcı, bir buyruk. Muhakkak belirli yerlerde öyleyiz, olmak zorundayız. Çünkü çocuğun sınırları yoktur ve insanı sınırlar koymanın nasıl bir şey olduğunu buyruklarla sağlamak zorunda kalabiliriz. Ama bundan gayrısı da vardır elbet. Her dakika onu tanrı gibi hissettiren aileler ya da her dakka onu yetersiz gören aileler. Aileler farkında olmadan çocukların içinde bir mezarlık doğuruyorlar. Neden mezarlık dedim bunu da düşünmem lazım geliyor? Çünkü çoğu zaman çocuklar çocuktan çok daha başka biçimde karşıma çıkıyorlar. Yoğun bir öfke, kin ve hırsla. Bunlar kişiliklerinde var deyip geçemiyorum ya da cezalarla bunları kontrol altına alıp göz ardı edemiyorum. Bu çocuk bizim elimize gelene kadar çocuk kalbine sığmayan garip duyguları tatmış oluyor. O duygulardan arındırmak gerçekten bizim görevimiz mi? En önemlisi bu mümkün mü?
Defalarca başarısız oluyorsunuz. Ve kırgınlık göstereceğiniz kişiler daha küçücük birer çocuk oluyor. Kötü şeyleri yok etmek için savaşmıyorum, kıvamında kalması için uğraşıyorum. Ama bir çocuk bizden daha fazlası, uyaranlar bizden daha gerçekçi. Ayakları yere basmayan bir hayalle onları nasıl inandırabilirim. Okuttuğum kitaplar bir işe yarar mı? Bir övücü sözle hallolmayan şeyleri nasıl halledebilirim. Görmezden gelmek, nutuk çekmek, ceza vermek…
Her durum yeni bir şeyleri anlamak için bir fırsat gibi gelirdi. Kalbim gelişecek derdim. Kalbimin bazen yorulduğunu duyuyorum. Bir öğretmen olarak bana her an söylendiği gibi sen onların anne ve babası değildin? Gerçekten bir öğretmen nedir ve ne kadar kendine yüklenmelidir? Bir mesleğin sınırları nerede başlar ve biter? Mesai kavramımız olmalı mıdır?
İtibarsızlaştırılmış bir meslek olan öğretmenlik için ayrıca bir mesleki tanım da getirilmelidir. Ne onu kutsayan ne de etkisiz kılan bir tanım. Çaresizce çırpınmak yerine profesyonel olmayı dilerdim.
Yarın kalkıp derse girdiğim zaman kalbim gelişecek. Bu olmasa ne yapardım, durur muydum bu meslekte. İşte bir toplum yeniden inşa edilemez, bir toplum artık yoktur bile. Modern zamanlar da öylece kalakalmışızdır. Var olanlarla yetinmek ve kendi tanımını yapmak gereklidir. Postmodern bir eğitimci tanımı ya da haydi gülüm işin rast gitsin iyi dilekleriyle beni uğurlarız, olduğu gibi.
Hafize Çetinkaya
Türkçe Öğretmeni